18 Şubat 2014 Salı

"Düşüşüm Jenna Style [En küfürlü bölümüm ;)]

O  Tamam, Awkward dizisini bilen var mı? Çünkü resmen bir Jenna Hamilton Düşüşü yaşıyorum. İ-M-D-A-T!!

  Hayatımda hiçbir şeyin normale gitmediği bir zamandayız ve yapabileceğim hiçbir şey YOK!

  Her şey yalancı Hande'nin gerçeklerini öğrenmemle başladı. 

Tamam, hatırlayalım; Hande hoca beni neden Fransa'ya götürmemişti? Çünkü eski öğrencilerinden değildim, beni tanımıyordu ve tam güvenemiyordu. Tamam bunu kabul ediyorum. Ama bilin bakalım o ne yapıyor? Tanımadığı birini götürüyor!
5. Sınıfa kadar birlikte okuduğum Nurberat diye bir kız vardı. Onu severdim ama her şeyde beni geçmesine üzülürdüm. Birlikte şarkılar da yazıyorduk hem. Sonra, 6. Sınıfta yeni geldiğimiz okula geldi. Ben ise diğer okulda devam ettim. Dün, artık neredeyse mekanımız olan kızlar tuvaletinde takılıyorduk, Zeynep ve ben. Nurberat ve arkadaşları da arada burada takılıyor. Onlarla karşılaşınca Fransa olayından konuşmaya başladılar. Ben bir yerlerde başka ailelerde kalacaklar sanıyordum, bu da gitmek istemememin nedenlerinden biriydi. Ama tabi ki hiçbirimiz ilk gün Paris'te ve bir otelde kalacaklarını bilmiyorduk!
  Bakın, kıskanıyor gibi görünüyor olabilirim, ki kıskanıyorum da, ama şimdi söyleyeceklerimin bununla bir ilgisi yok, tamam mı?
  Ben eskiden de daha akıcı konuşurdum. Eskiden de en iyi tek dersim İngilizce'ydi. Yani... Lanet olsun! Onu geçebildiğim tek derste de beni geçti mi yani? Of sikeyim! Üstelik Zeynep bile söylüyor, ondan bile iyi konuşuyormuşum ben. Bu durumda, Nurberat'ın bayağı -üstüne basa basa bayağı demek istiyorum yani- iyi olması gerekir. Hem Hande hocayı etkilemek, hem de bizden daha iyi konuşabilmek için.
  Fakat bir problem var, ondan nefret edemem. O da hayranlarımdan biri oldu! Yani bir Izzear daha katıldı sevgili fanlarıma! Wattpad hesabımı bulmuş ve 2 kitabımı da okumuş. Hatta öyle güzellik olsun diye gelişi güzel şekilde 'Harika şekilde yazmışsın!' da demiyor, neredeyse her ayrıntıyı hatırlıyor mübarek. Hatta bu kadar erken bitirme falan da diyor.
  Ve hala neden Hande'nin beni götürmediğini anlayamıyorum, kendi sınıfında (Övünme için özür dilemeliyim şimdiden sanırım.) böyle bir deha varken neden gidip bambaşka bir sınıftan bir kızı seçersin ki?!

  Evde kimse yoktu, dedem gelene kadar Nurcan'la oyalandım. Eve gelince biraz ağladım. Bunda, bir önceki gün Friends'i ilk kez bitirmiş olmam ve 'bir bölüm daha var' diyerek Final bölümünü izlemiş olmamın da etkisi var. Ama böyle bir final olamazdı, olmamalıydı! *SPOİLER!* Daha Monica ve Chandler'ın bebekleriyle yeni evlerini, Rachel ve Ross'ın düğününü, Mike ve Phoebe'nin bebeklerini, Joey'nin ise ördek ve civcivle yaşamını görecektim! Bunu da sikeyim!

  Daha sonra gitarımı hazırladım ve gitar kursu için yola koyuldum. Geç kalıyordum zaten. 5 dakika gecikmeyle yetiştim ve sınıfa girdim. Bomboştu. Kimse yoktu, öğretmen bile. Sanırım bu durumda özellikle öğretmen yoktu demem gerek. Yukarıya çıkmadan önce orada çalışan Galip Abi'ye annemin nerede olduğunu sordum. O da oraya İspanyolca kursu için gidiyor. Ben de dersten çıkıp onun yanına gidiyorum normalde. "Yukarıda da, sen niye gitarını getirdin ki?" dedi.

  "Gitar dersim vardı ama hocayı falan göremedim." dedim.

  "Canım, hocanızın tayini çıktı, herkese mesaj atmışlardı ama seni unutmuşlar galiba." dedi. Ben de başımı hem 'tamam', hem de 'teşekkürler' der anlamda sallayıp yukarı çıktım, çıkarken de annemi aradım. Kontörüm bitmişti! Bir bu kalmıştı zaten, bunu da sikeceklerimin arasına koyayım ben.
  Annemle karşılaşınca ona hocanın gittiğini söyledim. Sonra da kadıncağızı dersinden alıkoymaya aldırmayarak Fransa olayını anlattım. Yarım saat sonra ara vereceklerinden ben de sınıfa girdim onunla.

  Araya gelince aşağı indik. Merak etmeyin, en ağır koyanı sona sakladım. Annem aşağıda çay içerken konuşmaya başladı. "Bu gün dershaneye gittim." dediğinde başımı sallayıp gülümsedim.  Para ödemesi, öğretmen görüşmesi gibi basit ve iyi şeyler için gittiğini zannediyordum ama. Yani, kimin aklına dönem başlamadan önce yapılan sınavdan bahsettiği gelebilirdi ki. Benim değil, tamam mı?!?!
  "Öğretmenlerinle konuştum ve... Alt sınıftakiler çok çabalayıp, çalışıp sizi geçmişler. Rotinda ile sen düşmüşsünüz."
  Anasını sikeyim dershanenin! diye düşündüm. Bunu... Bunu bana nasıl yapabilirlerdi?! Hepsi o  ağzına ettiğim matematik ve fen yüzündendi!
  Manyak gibi ağlamaya başladım. "Anne sen ne diyorsun? Bana böyle bir anda, böyle bir günde mi söylüyorsun bunu? Dershanede öğrenebilirdim yarın, bana bunu yapmana gerek yoktu!" diye cırladım, annemse beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

  "Kızım dur. Bak, belki bu bir işarettir. Bu sınavda olmasa lise sınavında çıkardı. Ben konuştum hocalarınla, bazen okuldan hemen sonra gidersin ders başlayana kadar orada test çözersin, bilemediklerini gider hocalarına sorarsın, ders aldırırız olmazsa." He anne biz de para sıçıyorduk zaten! 

  "Anne olmaz. Gitmiyorum ben oraya. Almıyorum ders filan. Bu kadar, tamam mı? Ben eve gitmek istiyorum tamam mı?" diye bağırıp ağlamaya devam ettim. Annem yüzümü ellerinin arasına aldı.

  "Şimdi gitme istersen aşkım, biraz sakin ol. Gel, 1 saat sonra bitiyor zaten kurs. Sen de kitap okursun. Kitap alalım mı sana?" Annem her zamanki gibi bana neyin işe yarayacağını biliyordu. Bunun üzerine kitapçıya gittik ve Rachel Gibson'ın 'İlişki Durumu: Karmaşık' adlı kitabını aldık. Birazcık sapıklık varmış ama kimin umurunda! 2 güne biter zaten, annemin de dediği gibi, sadece kafamı dağıtmak için. 
  Yazık oldu ama kadına! Ben 2 saat kitap seçerken o dersine geç kaldı.

Bu gün okula fen dersinde bir öğretmen geldi ve askeri liseye gitmek isteyen olup olmadığını sordu. Birkaç kişi parmak kaldırdı ve öğretmen bir gezi olacağını, liselerden birkaçını erken gezdireceklerini söyledi. O anda hatırladım: Seneye bitiyor lan. Liseye geçeceğiz!
  Hoca, tanıtımın istediğim lisede olduğunu söyleyince böyle bir kalbim durdu bir şey oldum ama bir şey yapamadım tabi. Ben de Güzel Sanatlar Lisesi'ne geziye gitmeye karar verdim. Zeynep'le adlarımızı yazdırdık!

Peki, şimdilik  bu kadar. Eğer toparlanabilirsem bir daha ki bölüme görüşürüz!

1 Şubat 2014 Cumartesi

"Bad Girl'lerin Kaçamağı"

Ojelerim nihayet kuruduğuna göre başlayabilirim sanırım.

Okuldan kaçmak normal biri için normal, sıradan bir şey olabilir. Ama benim gibi bir inek için bu bambaşka bir şeydi. Üstelik okula bile girmemiştim sayılır. Yani, Nilay girip kimse görmeden çıkmış ve buluşmuştu bizimle. Bu da kaçmak sayılır, tamam mı?! Annem bilse bile.

Anneannemlere çaktırmadım, bari onlar bilmesin diye. Ama sabah garip bir şey olmuştu, gece birlikte yattığım 1D saatini sabah masada bulmuştum. Yolda giderken onu takmaya çalışıyordum ama bu pek kolay değildi. Elimi cebime soktum ve kapıda 3'ümüz buluştuk. Her zamanki tayfa; Nurcan, Nilay ve ben tabi ki. Kimseye çaktırmadan ilerliyorduk. Nilay'la kapıda buluşacaktık ama il önce onu bulamadık. Kapıda bekleyelim dedik, ama Selçuk hocanın geldiğini gördüm. Selçuk hoca kim mi? Öğrencilerine kızınca küfredip pezevenk diyen değişik tarzda ürkütücü bir beden hocası, bizim hocamız. Adamı görünce kırtasiye yönüne kaçtık Nurcan'la. Nilay'ı arayalım dedik, o da imkansız. Kız avea'lı ben Turkcell'li. Bende de kontör 0. İlyas'ı arayalım dedim, o da avealı ya. Tabi benim gerizekalı aklım şunu sonradan bastı ki, Nilay'ı arayamıyorsam İlyas'ı nasıl arayacağım?

İkimiz de İlyas hakkında düşünürken o kapıda belirdi. Nurcan'la aynı anda "İlyas!" diye bağırdık ve onu -kimeyse artık- işaret ettik. Herkes duydu bir o duymadı! Neyse ki Nilay kapıdan sıvıştı ve planladığımız şekilde hareket etmeye başladık. İl önce Etli börek yemeye gittik kahvaltı olarak. Bunun nedeni ise Nilay'ın favori yemeği olması ve arkadaşlı yemeğimiz olarak seçilmesi. İşte mal olunca arkadaş çevren de öyle oluyor mecburen.

Etli börekten sonra baktık yapacak bir şey yok. Sabah daha 10:30 falan. Aslında börekçiden 9:30 gibi çıktık ta 1 saat dolaştık öyle, dükkanlara bakındık. Ben de sonunda durunca dedim ki; "Hadi Kozzy'ye gidelim lan."

Bunlar itiraza başlayınca Nurcan'ı ikna edersem Nilay'ın da ikna olabileceğini düşündüm. Veeee, tabi ki oldu! Yol boyunca heyecanımızdan konuştuk ama ben bir ara yolu unuttum. Minibüsteydik, nereye döneceğimizi bilmiyordum ve adama sormaya da çekiniyordum. Nurcan'a sordurttum, adam hemen önünde olduğumuzu, yukarı çıkarsak gidebileceğimizi söyledi. Adam da ne yalan atmıştı ama! 2 metre yürümüşüzdür belki.

Yemek yedik, -tabi ki- sinemaya giremedik, LC Waikiki'ye girip -sadece ben olsam da ezik durmamak için hepimizmiş gibi yazacağım- acayip tatlı kıyafetler denedik, hayran olduk ve alamadık. Ha, bir de 1D çantalaarı gördük ama orjinal olmadığı için biraz sahte durmuş, tavsiye etmem yani ;) (Bir 1D çantası 9.99 TL'ye satılır mı?! Biliyorum reklam gibi oldu ama maalesef bana bunun için para vermediler :/)

Hele Toyzshop'ta bir köpek vardı, Zeynep'le küs olduğum sıralar Nurcan'la bir anısı diye anlatıp dururlardı onu, ben de sinir olurdum. O köpeği bulup sevdik. Özelliği ne, biliyor musunuz? KÖPEK BİR MANYAK!! Başını manyak gibi okşarsanız o da gaza gelip deliriyor! :D

Nurcan da ilk defa Doughnut yesin diye Krispy Kreme'ye uğrayıp doughnut almayı unutmadık. O 2, ben de kıskanınca 1 tane alıp paramı harcadım. Geri dönünce de okulun oradaki Burger'a gittik. Geri giderken Nurcan açık Chinise Express'ten Nilay'a çubuk çaldı! Şu yemek çubukları var ya, onlardan çok istiyormuş Nilay, o da yavaşça yürürken eline alıp koştu mal. Cebine saklamayı da akıl edemedi tabi. Manyak ya, yerim ben onu.

Burger'a gittik falan, Zeynep aradı. Ben buna tripliydim, toplantısı olmasa da bizimle gelmemişti çünkü. OKula gelmemizi, kapının açık olduğunu söyledi ama ben tribimden onu dinlemedim. Sonra Erdem aradı. Kozzy'de karşılaşmıştık. Onlar kaçıp girmiş ve biraz önce yine kaçmışlardı. Onlarla buluş öğretmenlerin yanından içeri sızdık. Sonra eğlence olsun diye arka duvardan atlayalım, dedik, beden dersiydi ne de olsa. Amaaaaaaaaaa, o kadar da.... Öyle biri değilim işte. Öyle biri. Atlayamadım, teşekkürler göt korkusu!

Zeynep'e Krispy Kreme torbasını gösterip hava atmak istedik ama Nurcan ve Nilay ikilisi bizi bir araya getirmeye takmışlardı bir kere. Ertesi gün, önceden yani küsmeden önce konuştuğumuz gibi bana oje sürebilmek için mavi-yeşil arası o renkten - ona ne dendiğini hep unuturum, eflatun muydu? Yoksa çok mu atıyorum? :D - bir Mat Oje almıştı. Bana sürünce barıştık. Aynı zamanda 4'ümüz çikolata sözü de verdik, Zeynep o gün bize ayrı ayrı çikolatalar getirmişti. Bu da demek oluyor ki.... 3 tane çikolata almak zorundayım! Lanet olsun dostum!

Okulun son gününde bize rastgele gelen bir kadın öğretmenle hafiften tartıştım. Kadın telefon dışında her şeyi yapabilirsiniz dedi, sonra kendisi 1-2 kişiyle konuşmaya başladı. Zeynep ve ben de öyle takılıyorduk ve ben ezik, eski model, küçücük ekranlı iPod'um ile takılınca "Ben burda konuşuyorum değil mi?" edasıyla bana laf koymaya çalıştı. Ben de dedim ki; "Hocam siz telefon yok dediniz. iPod için bir şey demedinz." Oh göt oldu! Sanki bir daha onu görecekmişim gibi!

Okul çıkışında Burger'a gidip milkshake almamız, alırken "Üstün Başarı Belge"mi Zeynep'in "Başarı Belgesi"yle karıştırmam -ki hayatımda hiç teşekkür almadığım için bu bana büyük hakaret sayılır!, Takdir belgemi yolda düşürüp sonra Nurcan'la bulmam, bir ara bana Zeynep'le çok takılıyor muşum diye bana Nurcan&Nilay'ın trip atması ama benim ağlamayla gönüllerini almam falan dışında pek bir şey olmadı aslında sonrasında.

İlk dönem kendime söz vermiştim. 1. Dönem Efe beni fark etmezse eğer, 2. Dönem kendimi fark ettireceğim. diye. Ve yapacağım. Evet, planladığım Summer Changing'imi Winter Changing'ime dönüştürme zamanı. Yani Kendimi Değiştirme Zamanı. 15 gün içerisinde, kendimi bulacağım.

Tamam, belki okulu son gün asmış olabiliriz ama "Onlar okulda ders işliyor biz burada eğleniyoruz" düşüncesi de ayrı bir tatlı yani. Ki ders de işlemiyorlardı ya. En azından orada oturup sıkılıyorlardı. Evet doğru! Biz artık birer BAD GİRL'üz!!

İşte bu da benim değişmeden önceki son yazımdı, umarım.

20 Ocak 2014 Pazartesi

"Bir Klasiktir Tuvalet Kabininde Ağlamak"

  Herkesin 1-2 kötü anısı olur, değil mi? Ama aslında o kötü anılar bizim için çok değerlidir. Çünkü o kötü anda yaşadıklarımızı atlatmamızı sağlayan tek kişi bir dosttur. Ya da benim durumumda birkaç dost. Onlar sizi tedavi edip tekrar ayağa kaldıran doktorlar gibidir. Onlar gibisini zor bulursunuz. Gerçek dost mu, yoksa arkadaş mı olduğunu anlamak için ise bu anılar işinize yarar. Yanınızda olanı unutmayın, gideni silin!

  Burak gitti. Hepsi bitti.

  Poyraz, tam bir  baş belası. Onun için saymaktan bıkmadığım küfürler var. Bir öğle teneffüsü, yine Burak olunu omzuma atmış oturuyorduk. Başımı omzuna yaslamıştım ve muhabbet ediyorduk. Sonra Poyraz gelip Burak'ı sinirlendirmeye başladı. Benim hakkımda atıp tutuyordu ve Burak da sinirlenip her iki lafında bir 'Seni döverim bak' demeye başlamıştı. Neden bu kadar takıyordu ki? O sinirlendikçe Poyraz bunu daha çok yapıyordu, hoşuna gidiyordu geri zekalının. Yani, benim hakkımda konuşuyordu ve ben takmıyordum, değil mi? Beni korumayı o kadar kafayı takmıştı ki benim de kendimi koruyabileceğimi unutmuş falan olmalıydı. Ben de sinirlendim, çünkü bir de buna Vural eklendi. Gelip kolumu falan tutuyorlardı, "Buraaaaaak, bak elliyorum sevgilini." tarzı şeyler söylüyorlardı. Ben de Zeynep, Nurcan ve Nilay ile tuvalete gittim. Burak neden hep üçümüzün gittiğini sorardı. Ben de ona şu cevabı verirdim, hiçbir normal kız en az 1 kankasız tuvalete gitmez. Sanki birlikte sıçmaya meraklıymışız gibi.

  İyi ki tuvalete gitmişiz. Poyraz iyice kudurdu, kızlar tuvaletine girdi. Ben de dışarı çıkmak zorunda kaldım. Beni dört bir yandan çekiştirmeye başladılar ve yine o sinir bozucu konuşmaları yapıyorlardı. Bilin bakalım kim oradaydı? Tuvaletin yanında sınıfı olan ve normalde hiç dışarı çıkmayıp bu Allah'ın gününü seçmiş olan hayatımın aşkı diye tabir edebileceğim, Efe.

  Rezil olmuştum. Çocuk hem sevgilim olduğunu görmüş, hem de öyle bir durumdaydım ki, sürtük olduğumu falan düşünmüş olmalıydı. Ben de sinirlendim, kolay sinirlenen biriyim bu durumlarda. Kızları da alıp kantine inmeye karar verdim. Su alacaktım zaten, ilaç içmem gerekiyordu. Ateşli bir grip geçiriyordum ben bunlar olurken bir de! Nasıl dayandıysam artık... Bunlar beni yine bırakmadı. Vural, "İiiizeeeeeeeeem!" diye cırladı. Ben de hafif bir tonda bağırdım.

  "Bırakın artık peşimi ya yeter!" Öyle bir alan yapmışlar ki mübarekler, ses yankılana yankılana bildiğin kocaman gürleme diye çıkıverdi. Peki o katın koridor görevlisi kimdi? Betül Sezgi, cadı olan hani.

  Diğer okullardan birinin öğretmeni olan  bu kadın kafadan sıyırıktır biraz. Ben eskiden, bizim sınıfa geri gelmeden önce okulun başlarında bu manyağın sınıfındaydım. Bir insan 'Kes sesini' ya da 'Kapa çeneni' falan der, değil mi? Lan bu manyak karı 'Kes çeneni' diyor. Hele karşısında esnerseniz fena, 'Ben senin küçük dilini görmek zorunda mıyım?!' diye başlayıp saydırıyor. Ben yapmadım da, başıma gelmişti. Bu kadınla hiç sorunum olmadan kurtulmuştum ben bundan, al işte geldi çattı bu bana.  "Kızım ne bağırıyorsun?"

  Ne diyeceğimi bilemedim, sus otur yerinde be İzem. Bir de cevap verdim ben buna tabi grip kafayla! "Hocam ama rahat bırakmıyorlar beni her gün, bıktım ben bunlardan!"

  "Öğretmenlerine falan söyle kızım, kim sizin sınıf öğretmeniniz bakıyım? Bağırma öyle ortalıkta, çok ayıp."

  "Hande hoca sınıf öğretmenimiz. Ama öğretmenim, bütün öğretmenler şikayetçi bunlardan, ben artı ne yapmalıyım bilmiyorum ki." dedim. Hani kızmasın da yumuşasın diye 'Öğretmenim' demeyi de unutmadım tabi. Kadın söylenirken sinirle aşağı indim. Bizimkiler beni sakinleştirmeye çalışırken bir ara Zeynep yanımızdan ayrıldı, sınıfta buluşuruz dedik. Nurcan ve Nilay'la kantine indim, bende fobi olduğu için Nurcan'a aldırdım suyu, canım ısmarladı bile bana. 50 kuruşluk bir şey ısmarladı diye canım oldu zaten.

  Yukarı çıkarken merdivenden ilk Poyraz, ardından da Burak indi. Ben tam sakinleşmiştim, tepem attı yine. Ama bu atmak da ne atmak, Burak'a tutturdum onu. Yanına ilerledim ve kafasına suyu tuttum. Şansıma sadece en ucuna su gelmişti ama yine de amacıma ulaşmıştım, öyle sanıyordum yani. "Bir daha benimle uğraşma siktiğim." dedim ve merdivenlere ilerledim. Nurcan ve Nilay, olayın şokunu atlatamadan benimle geldiler sağ olsunlar. Yukarıya 5 kat vardı, anladım neden Zeynep'in gelmediğini. Ben sinirlenince kızardım, ateşim falan da çıktı azıcık, bahçeye çıkalım dedim. Bahçede Zeynep de yanımıza geldi. Bir köşeye gelince mal mal durduk öyle. Biz çıkmayız ki dışarıya. Biz hep sınıfta takılırız. Ben bir başladım ağlamaya... "Ne oldu hayatım?" dedi Zeynep ve biraz daha yakınıma geldi. Başımı omzuna gömdüm sevgilim gibi. Ama pardon, sevgilim orada benim uğuruma savaşıyordu, değil mi? (!)

"B-ben o-o-ona rezil oldum!" diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Herkes orada Efe'nin ne düşünmüş olabileceğini tahmin edebiliyordu. Bahçede etrafımda oluşturduğumuz çemberi terk etmeye karar verdik. Yukarı çıkarken gözüm alt merdivenden gelen Poyraz- Vural- Kürşat- Furkan ve gibilerden oluşan topluluğa takıldı. O anda anladım ve içimden küfür ettim. Hassiktir! Bana geliyorlardı!

  Korkuyla tekrar kızlar tuvaletine çıktık. Oraya ilerlerken ben Poyraz'ın elindeki suyu önemsemiyor gibi davranıyordum ama aslında hiç de bu hasta halimde üstüme, hem de Efe'nin önünde, su yemeyi götüm yemiyordu. Zeynep'in gazı ve Nurcan ile Nilay'ın korumalarıyla gelmeyi başardık. Siktiğimin Efe'si de oradaydı. Ben zaten bunu normalde görünce heyecanlanıyordum, şimdi altıma edecektim neredeyse. Tuvalete girdik, ama sonra Poyraz lanetinin buraya da girebildiği aklımıza geldi. Kapıyı kapadık, Zeynep beni kabine soktu. Ben oraya girince hüngür hüngür ağlamaya başladım tabi. Neyseki tuvalette bizden başkası yoktu. 

O filmlerde, dizilerde olanlar harbiden gerçekmiş lan, diye düşündüm hıçkırırken. Oysa ben hep bunçlara karşı ön yargılı takılan tiplerdendim. Utandım kendimden bir anda. Al işte, böyle saçmalık olur mu diye güldüğüm dizilerdeki şeyi yaşıyordum. Gülme komşuna gelir başına.

  Zeynep içeri girip beni sakinleştirmeye çalıştı ama nafile, onu duymuyordum bile. Götümde bile değildi o an, çok korkmuştum ve utanmıştım. Orada beklememi söyleyip kabinden çıktı sonra. O anda anladım ki kabinin dışında ittifakımsı bir şeyler oluşturmuşlardı. Nurcan birkaç saniye sonra içeriye girdi. "İzeem. Hadi şevimleyn baaaayk." diyerek sevimli bebek taklidini yaptı. O kadar tatlıydı ki yiyesim gelmişti onu, her zaman ki gibi. Ama buna gücüm kalmamıştı. Orada bitmiş.tim. Tükenmiştim ben. Her saniye Efe'ye ve dışarıda duran kankalarına ne kadar rezil olduğumu düşünüyordum.

  "Eve gitmek- eve gitmek istiyorum ben!" diye tutturdum bu sefer de. Nurcan, sevimlilik ve komikliğin bu işi halledemeyeceğini anlayınca Zeynep'i geri çağırdı. Girince dire sarıldım ona. Fenerbahçe'li sweatshirti yumuşacıktı her zamanki gibi. Beni kendinden ayırdı. "Eve gitmek istiyorum." diye tekrarladım.

  "İzem, bak ağlamak istiyorsan ağla, ama bir dinle. Şimdi çıkıp istiyorsan Burak'tan ayrılıyorsun. Sonra hayatımızdan bütün erkekleri, sevdiğimiz o çocukları bile ayırıyoruz ve derslere ve birbirimize odaklanarak devam ediyoruz, tamam mı?" dedi. Başımı sallamakla yetindim. Hala ağlıyordum. Ben ağlayınca o da ağlamaya başladı. O ağlamaya başlayınca ben daha çok ağlamaya başladım. Bu böyle giderken sonunda bir laf edebildi ve beni güldürdü. "Az kalsın dışarıdakilere 'Kızlar tuvaletinin önünde bok kokusu koklamak hoşunuza mı gidiyor?' diye bağıracaktım ha!" dedi. Tabi ben ağlayınca sağıra bağladığım için bunu birkaç kez söyletince anladım.

  Oradan nasıl çıkacağım en büyük dertti. Poyrazlar sınıfa gitmişlerdi. Zeynep'i dışarıya baktırttım, hala oradalardı. Ben de gözlerimi silip bir silkelendim, kendime geldim, Sikeyim lan Efe'sini. diye düşünerek dışarıya çıktım ama gözler yine üstümüzdeydi. Biz de aceleyle sınıfa koştuk. Sınıfta Burak'ı ağlamış şekilde görünce içim acıdı, dedim, nasıl ayrılacağım ben bundan?

  Çıkışta konuşacağımızı Burak'a söyledim. Çıkışta heyecanlıydım ama o da bana yardım etti sağ olsun. Konuşmamız gerektiğini söylediğimde anlamış, çıktığımızda yaptığım zamanki gibi ona tahmin ettirdim, "Ayrılacak mıyız?" dedi. başımı salladım ve o da uzaklaştı. Ayrılınca yine içim rahat etti aslında ya. Böyle içimdeki öküz kalktı yani. Fakat daha durun, bunun ayrılık evreleri de var.

  Eve gelince Facebook'a mesaj gelmişti, baktım ki Burak. Neden ayrıldığımızı sordu. Ben de söylememekte ısrar ettim, kalbi kırılabilirdi. Ayrıca yine tahmin ettirdiğimde, onu hoşlandığım çocuğu elde etmek için kullandığımı düşündüğünü söyledi. Ama... Hadi! Ben bu kadar kötü biri değildim! Ben de ona üzülebileceğini söyledim, eve geldiğinden beri zaten ağladığını söyledi. Üzüldüm o an. Bu yüzden söyledim. O iğrenç cümleyi söyledim; "En başından beri başkası vardı."

  Ertesi dün boyunca herkes bana sürtük gözüyle baktı. Ama sevmediğim biriyle sırf o mutlu olsun diye sevgili kalamazdım ya? Yoksa sürtük müydüm, bilmiyordum. Kürşat'ın söyledikleri beni bunu düşündürmeye yol açtırıyordu. Ondan nefret ediyorum, her bok onun altından çıkar zaten.

Şey, iyi haber, taktir alıyorum. Evet, evet. Bu kadar sadece.

 Kafam karışık ve yapabileceğim tek şek kahvemle tumblr'da takılmak sanırım. Sonra görüşürüz, Ah ve... Melanie Martinez dinleyin! xx

8 Ocak 2014 Çarşamba

"Kahve aşkı"

Bütün günün yorgunluğunu atlatmak için size bir önerim var! Gidin, mutfakta bir bardak alıp içine biraz kaynamış su, biraz da şeker koyun. Sonra kocaman bir Cappuccino paketi alıp bardağa yeteri kadar koyun! Hayatı tek güzelleştirebilecek şey, kahvedir. Büyük bir kahve manyağıyımdır da. Aşk meşk yalan yani!  Ha, aşk demişken...

Hiç tahmin edilmeyecek bir şey oldu, ben Burak'la çıkıyorum! Ve asıl garip olan... Hala Efe'yi seviyorum!

Evet, çıkışta biraz konuştuk ve ikimizin de düşünmesine karar vermiştik. Eve geldikten yarım saat-1 saat sonra birbirimize söyledik cevaplarımızı. Aslında ben teklif etmişim gibi duruyor, çünkü boynuna sarılıp öpen ve "Benimle çıksana." gibi bir şeyi İngilizceye çevirmeye çalışan kişi bendim. Ama sonra "Çıkalım." dedim sadece. geçen sene bana o teklif ettiği için -ve ben üstü kapalı olarak hayır demiş olsam bile- ben teklif etmiş olmuyorum, tamam mı?!
  Tabi biz okula geldiğimiz anda herkese birisinin sızdırdığını öğrenmiş olduk. Hatta artık insanların önünde birbirimizi öpmekten veya birbirimize sarılmaktan çekinmiyoruz. Hatta bazen nedensiz yere yapıyoruz bunları. Biliyorum, biliyorum. Ne kadar da tatlı, değil mi?! Ama değil işte...

  Çünkü hala beni bir gülümsemesiyle bile deliye çevirebilen bir çocuk var!

  Geçen gün, Arda'nın doğum günüydü. Arda dediğimiz şahıs kim mi? Daha önce bahsetmişimdir belki; Sıra arkadaşım Zeynep'in aşkı, ve onunla Fransa'ya gidecek arkadaşlardan biri. Burak'la bana romantik mi demiştiniz? Asıl bu romantik işte. Ah, bu arada. Arda da Efe'nin sıra arkadaşı. Şu erkek kardeşlerle evlenen kız kardeşler gibiyiz yani. Ama ufak bir fark var, biz platoniğiz. Hayat bize adil davranmaz. Gidip 'Seni seviyorum' demeye götümüz yemez. Gözlerimizi kocaman açar, bakarız sadece ona. Her hareketini ezbere biliriz. Onunla geçirdiğimiz birkaç saniye, hatta şanslıysak bir dakika bile olabilir, hayatımızın en değerli anını yaşıyormuşuz gibi hissettirir insana. Onun da senin gözlerinde kaybolmasını, gülüşünü tekrar rüyasında görebilsin diye hafızasına kaydetmesini dilersin, senin yaptığı gibi. Hatta bazen yaptığını sanırsın. Ama yapmaz. Çünkü neydi? Hayat bize adil değil.

  Elif, onu severken başkasıyla çıkmamdan hiç haz etmiyor, aslında nefret ediyor. Ama ne yapabilirim ki? Burak'dan da biraz hoşlanıyorum yani. Onunla konuştukça eğlenceli biri olduğunu anlıyorsun. Bana 'aşkım' dediği zaman mutlu oluyorum, ama havalara da uçmuyorum. Ama hey, son sınıfız, değil mi? Bu lanet olasıca şeyleri düşünmeye gerek yok bence! Bir daha görmeyeceğin insanlara istediğin şeyi söylemek kadar iyi bir özgürlük yok bence... Yani yoktur, herhalde, o gün için hala mezuniyeti bekliyorum, yani... Elif onun duygularıyla oynadığımı söylüyor, ama bu olamaz, değil mi? Çünkü ben... Onu seviyorum. Hayır, yani, demek istediğim, sevmiyorum, hoşlanıyorum... Şu konuyu kapatsak artık?

  Son sınıf demişken, şunu söyleyeceğim; bu yıl benim için en iyi yıl olacak gibi. Bizim bu edebiyat öğretmeni yine bir şeyler karıştırıyor! Benim gibi iyi yazanları 2. Dönem bir şeyde kullanacakmış, bir planı varmış. Bunu üstü kapalı olarak söyledi, yani benim olduğumu söylemedi ama hekres gibi tahmin edebiliyorum. Ben ne zaman kompozisyonumu okusam konu yine "Aranızda iyi yazarlar, güçlü kalemler var." konusuna bağlanıyor. Bence bu adam beni sevdi yaa.
  Bu günü not alın insanlar! Çünkü bu gün, matematik ara sınavından tam olarak... 80 ALMIŞ BİR ÖĞRENCİMİZ VAR! TEBRİKLER! Evet, evet bu kişi benim! Ama tabi keşke normal, gerçek sınav olsaydı demediğim zamanlar da yok değil.
  Son sınıf demişken, bu gün sınıf öğretmeniyle falan sınıfça ballo ve yıllıklar konusunu görüştük. Baloooooooo... Bütün okul kapsamında olacakmış!!!!!! Yaaaanniiii, bunun anlamı da, Efe'yle küçük bir dans  oluyor! Hem, 4'ümüzün birleşip Nurcan'ı zorla kuaföre götürüp, saçını yaptırıp, giydirip, topuk ayakkabısıyla uyumlu takı bile taktırma planımız var! Malum, o pek gitmek istemiyor ama benden kurtulamaz tabi ki! Ayrıca, bir gün 4'ümüz kıyafet seçmeye belki Maltepe'ye de beraber, hep birlikte gideceğiz!
  Yıllıklara gelelim şimdi... Herkes istediği kadar kişiye (Herhalde sınır 4 kişi falandır, tahminimce.) özel notlar yazıp verecek ve yeni fotoğraflar çektirilecek. Ben seçtim bile, zaten şu ünlü 4'lümüz olarak birbirimize yazmayı, bir de ek kişi olarak bir de erkek düşündüm ama içimden bir aralar göğüslerime bakıyor diye lezbiyen olabileceğini düşündüğüm Merve Sıla'ya da yazmak istemiyor değilim. Ha, gelelim bu yazıları kimin toplayacağına... Ben, tabi ki! Veeeeee, büyük sürpriz, enler seçilecek! Belki Nurcan, Nilay, ben ve Zeynep, 4'lü olarak 'Sınıfın en geri zekalıları' kategorisinde 1. olabiliriz diye düşünüyoruz. Belki de Zeynep'le 'en iyi İngilizce konuşan ikili' gibi bir ödül alırız :D . Valla, onları bilmem ama benim 'En iyi platonik' veya 'En iyi müzik yapan' kategorilerinde 1. Olacağımı tahmin ediyorum.
  İlk olarak katılmayacaktım zaten. Zeynep'le ikimiz olalım diye - 2 kişi seçiyorlarmış- parmak kaldırmıştık ve hoca onun Fransa'ya gideceğinden çok yorulacağını (!) düşündüğü
nden onu kabul etmedi ama ben ne kadar itiraz etsem de adımı yazdı. Gıcık şişko kızıl karı. Ayrımcı demeyi de unuttum, pardon. Şimdi ise zeki ve çalışkan Furkan'la görevliyim. Pöf.

  Yarın gıcık Kemal Hoca'nın fen sınavı var, bu yüzden bir daha yazamazsam, bilin ki sınava girip başaramamışımdır. Tabi yarın çok erken kalkacak olmama rağmen hala yazıyor olmam da bir garip. Tamam, biri beni durdursun. Hoşça kalın, ve Melis Danişmend dinleyip Pretty little liars'ın yeni bölümünü izlemeyi unutmayın. See ya later!

Ha bakın bir de ne buldum. Belki de 'En kahvesever' ödülünü de alabilirim. Tamam, bu sefer harbiden gittim, uykum da geldi zaten. size bir Melis Danişmend armağan etmeme izin verin, esen kalın ;)

30 Aralık 2013 Pazartesi

"Sana Kek Yaptım!"

  Sarılmak, insanlara umut verir. Umut, mutluluk, yaşama sevinci, sevgi. Ömrünüzü uzatır. Ölüm korkusundan sizi koruyacak tek şey olur bazen. Bu yüzden bol bol sarılmak iyidir. Yani benim durumumdaysanız. 

  Burak. Bana. Gün. Boyu. Sarıldı! O kadar olay olduk ki, arkamda oturan, sınıfın gevezesi olarak tabir edebileceğim Hakan'ın ünlü sözlerini duyduk. "Gerdek ne zaman?" Bu çok utanç vericiydi! Yanında da matematik dersinin boşluğundan yararlanarak oraya oturmuş Hasan vardı. Hasan, genellikle kızlara dayayan bir abazadır. Her türlü sapıklığı yapar. Derste porno izler, kızların kalçalarına vurur, gider sebepsiz yere öper, yerel bir sapıktır yani. Maalesef ben de son 2 maddenin kurbanıyım! Bir de öküzdür, kızın biri ona hafifçe vursa bile o da hayvan gibi oturtturur. 
  Bu gün, son 2 ders boştu. Matematik öğretmeni, benim tabirimle Azimişko, gelmemişti! Büyük bir şoktu bu! Psikopatın tekidir ya zaten, gelmesine gerek yoktu. Herkes öğretmen gelmeyeceği için çılgın çılgın şeyler yaptı, kimi Harlem Shake yaptı -ne  kadar modası geçmiş olsa da-, kimi erkekler birbirlerine resmen tecavüz ettiler. Biz ise dördümüz masamızda oturmuş takılıyorduk. Burak ise öğlen teneffüsünden beri yanımızdan ayrılmıyordu. Kolunu omzuma atıyordu, hatta hiç ayırmıyordu neredeyse. Arada bir de nedensiz yere sarılıyorduk öyle. Boş ders başlayınca bize bir öğretmen atadılar, zaten o da takıldı kafasına göre. Bizi rahat bıraktı ama biraz da cırladı tabi. Neyse, kimse takmıyordu ki. Hasan bir anda parmaklarını sırtımda gezindirmeye başladı. Gözlerimi artık refleks olarak kocaman açıp arkamı döndüm. "Hasan ne yapıyorsun?" diye fısıldadım. Yüzünde yine muzip bir gülümseme belirdi. 

  "Bu ne?" derken sırıtması genişledi. Askımı elliyordu resmen! Elini ittim. 

  "Sana ne!" deyip önümü dönecekken tekrar güldü.

  "Sutyen askısı mı bakayım?" Gözlerimi devirdim. Bu sırada Burak yanımıza gelerek resmi kurtarıcım oldu. Muhabbete ortak oldu. Bana sarılınca Nurcan ve Zeynep tuhaf tuhaf bakışlar atmaya başladılar. Onlara bu cumartesi olan İngilizce kursundan sonraki olayları anlatmıştım, bu yüzden biliyorlardı işte. Bu bakışları görünce Burak hemen çevirmeye çalıştı. "Gelin hep birlikte sarılalım, hem bu gün maçım var benim." dedi. Zeynep ve bana sarıldıktan sonra teneffüs zili çaldı ve gitti. Zeynep hemen bana dönüp elimi tuttu. 

  "Sana sarılma bahanesiyle resmen hepimize sarıldı!" 

  "Biliyorum!" dedim heyecanlı ses tonumla. Sonra Hasan tekrar omzuma dokununca oraya döndüm. "Ne var yine?" dedim bıkkın ses tonumla. 

  "Çıksanıza siz." dedi ve kaşlarıyla Burak'ı gösterdi. Başımı olumsuz anlamda salladım.Sonra o da yanımıza gelince tekrarladı hayvan. "Çıksanıza siz. Çok yakışırsınız he." Of Hasan, sus bir. Ben diyeceğim onu zaten, senin de karışmana gerek yoktu şimdi. 

  "Ne diyorsun oğlum?" dedi Burak. 

  "İki de bir sarılıp duruyorsun zaten kıza. Bir mıncıklamadığın kaldı zaten." dedi bir de. Hay Yarabbi! İçimden Sikeceğim şimdi... diye mırıldandım. Evet, evet. Küfür de ediyorum ben! O sırada Hakan ve Furkan -sınıfın cumhurbaşkanı dediğimiz göbekli şahıs- da tatlı sohbetimize katılıp Hasan'ı desteklediler. 

  "Hayır oğlum. Benim kankam o." dedi. Kafam karışmıştı. Beni seviyor muydu? Yoksa gerçekten kankası mıydım? Hemen Zeynep'i alıp en arka köşedeki camın oraya çekiştirdim. Ona, Burak'ın dediklerini sordum ve nasıl teklif edeceğimi gösterdim. Uygulamalı! Ama o da gerçekten çok hoş buldu teklifimi. Teklif şu şekilde olacak; Beni çarşamba günü okul tatil olunca Emre, ben ve o Dominos'a gittikten sonra eve bırakacak. Eve gelmeden önce 'Burak, dur!' diyeceğim. Sonra iyice yanına yaklaşıp elinin birini tutacağım. 'Beni eve bıraktığın için teşekkür ederim. Her kurstan sonra beni öyle bekliyorsun, güzel bir teşekkür edemedim. Sanırım şimdi edeceğim.' deyip ona yaklaşacağım ve yanağını öpeceğim. Sonrası mı? Kader belirleyecek. Nasıl ama? :)
  Yerime gittim, 2. boş ders ve aynı zamanda son ders başlamak üzereydi. Bu.nlar da sözleşmişler gibi derste zayıf noktamı bulup gıdıkladılar! Hasan ve Burak! Zaten çıkışta da telefonuyla oynayıp dolabın yanında duruyordu. Yanına gittim. Üstünü değiştirmişti. "Ee, şimdi bu gün maç mı var?" dedim. 

  "Evet." diye kısa cevap verince, "İyi şanslar," dedim. "Ne dedin? Bir daha söyle." dedi. 

  "İyi şanslar," derken sözümü böldü. "Ama sarılarak." diyerek gülümsedi. Ben de dediğini yaptım. Ondan hoşlanıyor muyum, hala emin değilim. Çünkü birinden hoşlanmak için, diğer hoşlantının bitmesi gerekir, değil mi? ama ben hala her çıkışta Efe'yi bekliyorum. Onu görünce dilim damağım kuruyor gibi hissediyorum. Ama o beni umursamıyor ya, o koyuyor ya insana. 

  Bu gün kek günüydü. Nurcan'la kek malzemelerimizi topladık ve bizim eve geldik. One Direction açtık ve tabi  ki soundtrack'de Sana Kek Yaptım - Nil Karaibrahimgil'i de unutmadık. Yarınki yılbaşı partisi içindi bunlar, ıslak çikolatalı kek yaptık. Ucundan, çikolatalı yerden de aldık azıcık tabi. Maşallah, elimize sağllık, çok güzel olmuştu. Günün geri kalanında birlikte takıldık ve o gidince de ailemle 'Kelebeğin Rüyası'nı izledik. Bayağı iyi bir filmdi, ama çok duygusaldı. Yaklaşık 20 dakikamı anneme sarılmış olarak geçirmiş olmam da cabası tabi. Gerçi bunu bir yalakalık olarak da görebilirsiniz, çünkü bu günkü sürpriz ortak sınavı bilmemek benim suçumdu! Ama ssh... Annem bunu bilmiyor henüz! 

  Şimdi ise, burada oturuyorum. Kahvemi yazarken dibine kadar bitirmiş, pencerenin önünde yataklarımın demirlerine ayaklarımı uzatarak uyumak üzere olsam da keyif çatıyorum. İyi geceler, çünkü yarın 2013'ün son günü!

28 Aralık 2013 Cumartesi

"Biraz da Aşk!"

Yine yenilmiştim. Büyük bir şeyler yapabileceğimi, bu yılın benim olabileceğini hayal etmiştim. Ve... şimdi neredeyim? Bu hayalleri kurmaya başladığım yatağımda. Üzgün bir surat ve solgun gözlerle ekrana bakıyorum! Dersler neden bu kadar ağır olmak zorunda? Ailem neden bir türlü mutlu olmuyor? Efe beni 8 seneden beri neden fark etmedi? Neden arkadaşlarım benden rahatsız? Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?

Ve en önemlisi; Neden yaşamak zorundayız? 

Tamam, yaşamayalım demek istemedim. Belkide sadece... İstediğimiz zaman gözlerimizi kapayıp dünyadan yok olabilmemizi sağlayan bir gücümüz olsaydı. Mesela utandığımız zaman? Ya da birileri yüzünden hayal kırıklığına uğradığımızda? İşte bu yüzden; hayatta zor olanı seçmek zorundasın. 

Size 5 yıldır, altını çizerek söylüyorum, yaklaşık 5 yıldır  platonik olduğum çocuktan bahsetmiş miydim? Adı Efe. Salağın teki! Hayır, hayır. Asıl 6. Sınıfta neredeyse bütün arkadaşlarımla çıktığı için sonunda bana ilgi duyacağını düşünen ben olduğum için, salak olan benim. Ona buradan yaptıkları için kocaman bir Lily Allen öneriyorum; Fuck you, fuck you, fuck you very much! 

Onunla aynı okula düştük, bir yıl aradan sonra belki bir şeyler olur diye umut etmiştim işte. Çünkü geçen yaz Facebook'ta konuşmuştuk ve bana 'Karpuz gibi tatlısın' imasında bir şeyler söylemişti işte. Ama şimdi görüyorum ki, onun kalbi hala bitches'larda. Özge olanında. Beni hayatım boyunca ezen gerizekalı, sıska, havalı olanında. 

Geçmişimde biraz üzücü anlar yaşadım. Özge, anaokuluna ilk gittiğimde hemen kaynaştığım bir kişiydi.O zamandan beridir hayatım biraz... Berbattı. Okula onun gölgesinde kalarak başlamıştım. Şişko biriydim. Ama eğlenceliydim, yani ben öyle sanıyordum. Winx'e çok özenen bir arkadaş grubumuz vardı. Ecem, Buse, Özge ve ben. 4 Melekler'dik. Sonrai beni dışlamaya başladılar. Beni gruplarına almıyorlardı. Çünkü çok gıcıkMIŞım ve herkesin önünne geçmeyi seviyorMUŞum (!). Asıl şeytanın o olduğunu görememelerine inanamıyordum. Sonra Ecem de, Buse de okuldan ayrıldı, ama biz 3'ümüz piano kursunda takılabiliyorduk. Onlara Özge'nin gerçek yüzünü anlatmaya çalışsam da, bunu pek faydası olmamıştı. Yine de, Ecem ile biraz daha yakın olmuştuk. Hep böyleydi, Özge Buse'yle ve ben de Ecem'leydim. O benim burç-daşımdı. Bilirsiniz, aynı burçtan olanlar yani. Ama yine de beni sevmiyorlardı. Çünkü ben onlar gibi zayıf değildim. Ben şişkoydum. Ve yalnızdım. Bir tek yanımda iyi arkadaşım dediğim Hayri vardı. 
  Seneler geçti ve Zeynep (Bu başka bir Zeynep)  ile Başak bizim sınıfa geldi. Özge hemen onların da beyinlerini yıkadı. Onlarla çok mutluydum. En iyi dönemimdi, ya da en asi dönemimdi. Anneme söylemeden onlarla birlikte bir yerlere gidiyor, bütün 20'liklerimi harcıyordum. Onlar bana küfretmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi.
  Zeynep'e, eski okulunda whore derlermiş. Çünkü okulundaki bütün erkeklerle -neredeyse yani- çıkmış. Bizim okulda da olanlar farklı değildi. İlk önce Batuhan'dan hoşlanmıştı. Hatta onların aralarını düzeltmekten Batuhan'la kanka olmuştum. Batuhan, yarı ünlü sayılırdı. Bazı dizilerde oynamıştı,' Doktorlar gibi. O zamanlar MSN'i hala kullanıyorduk. 3'ümüz üçlü konuşma açıp takılırdık. Sonra Zeynep, Efe'ye sardı. Efe ile Batuhan kankalardı, ve Zeynep yüzünden araları biraz da olsa bozulmuş, kavga etmişlerdi. Sonra Zeynep Efe'yle çıkmıştı. İçim acımıştı, ama hep yaptığım gibi içimde tuttum. Beni seven insanlar -tabi kalmış olsalardı- üzülmesin diye. 
  Beni kandırıp Efe'nin Facebook'una girmiş, beni kızdırmışlardı ve ağzımdan -klavyemden- yanlışlıkla onu sevdiğim kaçmıştı ve Zeynep bunu bile bile onu öpmüştü, onunla çıkmıştı. Sanırım üzülmeye alışmayı o zaman öğrenmiştim. 
  Diğer okula gitmeden önce aramız kötüydü ve ben diğer okula geçince onlarla bir - iki atışmadan sonra konuşmaya bile tenezzül etmemiştim. Ama Efe her zaman kalbimdeydi. Hatta 6. Sınıftayken onu unutmamak için adını bilgisayar parolam yapıp, adına şarkılar yazmıştım. 

  Şimdi, bu uzun hikayeden sonra yine aynı okuldaydık! Ama bu asla olmayacak gibi görünüyordu. Yine de denedim. Onu her gün çıkışta beklemeye çalıştım, Elif'in ısrarlarına rağmen. Karda ve yağmurda dahil. Onu takip ettim ve gizlice minibüse binmesini izledim. Elif, beni ne zaman üzgün görse onunla konuştuğunu ve benim hakkımda ipucu verdiğini söylüyordu. Ama buna 2. Seferden sonra inanmamaya başladım. Beni sevmiyor gibiydi, ama sorun şu; onu unutamıyorum! Hatta onu görmek için onların sınıfına gidiyordum, pek dışarıya çıkmıyordu çünkü. Burak'ı (Eski sınıfımdan bir çocuk) ziyarete gidiyormuş gibi davranıyordum. Beni gördüğü 5/4 zamanda yanımıza gelmiş ve konuşmamızı dinlemişti.

Onu gördüğümde ifadem bile değişiyordu. Sırıtıyor, dudağımı ısırıyor, gözlerimi kocaman açıyor, dışarıdan nasıl göründüğüme ve acaba ona 'Gamzelerin çok tatlı' veya 'Çok taşsın' bakışı atıyor muyum, diye düşüncelere boğuluyor ve  havalı davranmaya çalışıyordum. O çıkışta yanımızdan geçerken çenem açılıyor ve durmadan Nurcan'ın 'Pşşt. Bak, yanımda, he he' bakışları arasında ona konuşuyordum. Fakat şimdi kafamı karıştıran bir şey var. Burak. 
  Geçen sene okula ilk geldiğimde bana  ilk çıkma teklif eden çocuktu, uzun zamandır birlikte İngilizce kursundan dönüyorduk. Aslında eğlenceliydi, 4'ümüz yani. Poyraz, Emre, Burak ve ben. Biliyorum, çok slutty gözüküyor. Her neyse. Eve giderken yolunu değiştirip uzatıp bizim evin önünden geçiyordu. Ben içeriye girene kadar beklemesini rica ediyordum, çünkü sokak gerçekten korkunç ve bazen Poyraz  Cikorkutucu konular açabiliyor, tamam mı?!
  Bu gün sadece Emre, ben ve  oyduk. Emre de bana çıkma teklif etmişti, ama ben onu sadece arkadaş olarak görüyordum ve sınavları falan bahane ederek nazikçe 'Hayır' dedim. Bu gün de her zaman olduğu gibi minibüste yanyana durabilmek için arka koltuklara oturduk. Bazen yanyana otururken başlarımızı birbirimizin omuzlarına yaslamamızı veya kolunu daha  rahat oturabilmek için Poyraz ile benim omuzlarımıza atmasından çok hoşlanıyor... Gibiyim. Bu gün de bunlardan birkaçı oldu ve... Evin önüne geldiğinde sarıldık. Ve hala "Keşke onu orada öpseydim. Ne romantik olurdu lan." diye düşünmekten alamıyorum. Ayrıca bana onunla çıkmak isteyen kızlardan bahsedince biraz... Sinir oluyor gibi hissediyorum. Ee, ne dersiniz? Sizce Burak, Efe'nin yerini alabilecek mi?

Bu gün deneme sınavı olmamızdan bahsetmek istemiyorum bile! Bir insan nasıl matematikten 10 YANLIŞ çıkarabilir?! bir de 2 BOŞ mu ne var... Biri bana sihirli değnekle dokunup şu matematiğimi düzeltmeli. Cidden. Çünkü annemin... Tepkisine üzülüyorum. Elini saçlarına geçiriyor, iç çekiyor ve gözlerini kapatıp başını olumsuz anlamda sallıyor. Sonra ben o bütün olayların başladığı yere geri döndüm yine. Yatağıma, bloguma...

18 Aralık 2013 Çarşamba

"Onu Herkes Yapar, Önemli Olan Nasıl Yaptığınızdır!"

Bazen, insanlara aniden bir şey söylediğinizde ya da sorduğunuzda donup kalırlar. Tıpkı bu günkü ben gibi! Çünkü bazı kelimeler -deneysel olarak hesaplanmış(!)- insanların zihinlerinin bir yerlerinde dondurucu etki yapıyormuş falan filan. Bence çok saçma. 

Sevgili bilim insanlarına; İnsana aniden bir şey söylediğinde neden donup kalır, biliyor musunuz? Çünkü şa-şır-ır! 

Bu gün normalde etkinlik yapıyor ya da test çözüyor olmamız gereken derste kompozisyon eğitimi gördük. Yine! Bence birileri şu öğretmene anlatmalı; o tek ders, diğer derslerden sonra rahatlayalım diye konuyor! Ama tabi ki, bunu söylemeyi yemiyor. 

Öğretmenimi giderek sevmeye başladığım bir dersti aslında. Bize yine şu gençlik anılarından bahsetmişti. Bu seferki akıllıca bir anıydı. Arkadaşlarından birinin kompozisyondan 'Tanık gösterme' ile yırttığını anlatmıştı. Güzel bir taktiği olduğunu söyleyebilirim sanırım. Gösterdiği tanık, Profesör Doktor  Osman Suyabatmaz (gibi bir şey), gerçek değil. Fakat yine de kendisinin bir sözünü yazıp adamın bunu söylediğini söyleyebiliyor. Ben bunu güzel bir taktik olarak görüyorum. Hatta "Yalanlar bazen hayat kurtarabilir." diyen Prof. Dr. Osman Suyabatmaz da bu cümlesiyle bana katılıyor. 

Okul çoğu zaman kötü bir yer olabiliyor. Ama eğer sıra arkadaşınızla küsseniz, o da yanınızdan gittiyse ve kavgada siz haklıysanız, okul resmen cehennemin dünyadaki ön gösterimi! Şunu belirtmek istiyorum ki Zeynep denen o kız gerçekten haksız. Ama tabi ki ben bütün suçu eski öğrencilerini kayırıp, bizi arada bir kullanılmış sümüklü peçeteymişiz gibi atan İngilizce öğretmenine atmak istiyorum. Çünkü eğer böyle bir şey yapmamış olsaydı hem 2. Dönem Zeynep'le Fransa'ya uçacak, hem de arkadaşlığımız bozulmayacaktı! Evet, evet, doğru. Fransa'ya, Paris'e gitme seçeneğini elimden alan lanet kadın! Sınavda tam yapan öğrencileri götüreceğim diyor, sonra bizi öylece bırakıyor. Biri şu öğretmenler hakkında yeterince şikayette bulunduğunda onları görevden alan hattı tuşlayabilir mi? Bir şey soracağım da, öylesine yani. 

Bir de bu yetmezmiş gibi, sabah güne kötü başlamıştım. Tabi 8.45'te başlayan okula gitmeye hazırlanmak için 8.10'da kalkarsan, huysuz olman doğanın en normal kuralı.  Bunun üzerine anneannem ve dedemle yaşayınca, annemin küsmesinin artısı olarak er biri 2 kat, toplam 4 kat sinir çekmiş oluyorum. Ki annemin tepkisini de buna eklersek, 5 kat falan ediyor. Sevgili babam; Neden be adam, neden barışamadın şu kadınla?!

Son haberi de duymaya ne dersiniz? Dershane öğretmenlerimizin neredeyse hepsi ayrılıyor. Ama en çok özleyeceğim kesinlikle, sorgusuz sualsiz İlknur hoca olacak. Dünyanın en eğlenceli, en deli, en kafa ve en tatlı ve en iyi öğretmeninin gitmesine nası izin verebilirsiniz siz ya? Yaşamayın siz. 

Biliyorum, biliyorum. Birbirinden bağımsız o kadar şey anlattım ki beyninizin mini parçaları kafatasınızın %80'ine yayılmıştır. Fakat anlayacağınız üzere, şimdi konuyu tam da en baştaki kompozisyon konusuyla bağdaştırmak üzereyim. Öğretmen, dersin sonunda hepimize bir ödev verdi ve donup kaldım. "Kafanızdan ne geçiyorsa onun hakkında bir deneme yazın." 

Kafamdan ne geçiyorsa mı dedi o? Bu kadar çok şeyi aynı anda düşünüyorken, nasıl bunu yazabilirim acaba. Daha da iyisi, siz bu ödevi nasıl verebiliyorsunuz bize!

Eh, ne yapalım, Bir 5 dakika kadım öyle. Aklımdan ne bir paragraf, ne bir cümlecik, ne de bir ana fikir geçiyordu. Tamam, belki derste söylediğim slogan yanlısı 'Engeller hayalleri etkilemez' sözü ana fikir seçilmiş olsa da, ki konumuz engelilerdi, yani aslında çok mantıklı, im benden her şeyi yazmamı bekler ki? Elbetteki Simten hoca, geçen seneki edebiyat hocam. 

İş başa düştü, yakınımda kim varsa ona konu sordum. Vural; "Seksi kızlarla talkshow." derken, Ceren de romantileşip, "Pencerenin kenarındaki kuşlar." dediği için kafam daha da allak bullak oldu. Gerçi, Ceren'in bunu demesine şaşırmadım, yanında Kürşat oturuyordu nasıl olsa. Nurcan ve ben aralarında bir şeyler olduğunu sezmiyor değiliz, Oğuzcan bile aynı fikirde! 

Her kafadan farklı bir ses çıkıyordu. Aklımda kalan konular, seks, hocalarla dalga geçmekle ilgili bir şeyler, Esra Erol çakması bir evlenme programı nasıl yapılır gibi şeylerdi, zaten çoğu böyleydi. Ne yapalım yani? Bu insanların bizden ne beklediğini anlayamıyorum. Biz -ki sınıfın erkeklerinin %98'i azgın sapıklar (Kızların bir yerlerine vuran Hasan'ı en başta sayıyorum.)- terbiyeli ama bir o kadar da eğlenceli bir konu yazacağız, öyle mi? Ancak rüyada, pardon pardon, kabusta diyecektim. 

Gelelim bu günün öğretmen öğüdüne; "Bir şeyi herkes okuyabilir. Önemli olan nasıl okuduğunuz. Bir yazıya başlığı herkes koyabilir, önemli olan sizin farklılığınızı ortaya koyarak ilgi çekici bir başlık koymanız. Yoksa, çarpıcı bir yazar olamazsınız!"

Ah, ve evet! Sanırım bu da demek oluyor ki, başlığım 'Eğlencenin zevksizlliği', 'Karnıbahar yemeğinin güzelliği' ya da 'Sessizliğin korkunç çığlık sesi' gibi korkunç ve saçma sapan şeyler olacak. Yoksa başka türlü ilgi çekemem ki ben. Ben ve deneme. Ahah! Hiç güleceğim de yoktu hocam.